Fatih Projesi, yahut “İşe Yaramaz Bir Sihirli Çubuk”

Fatih Projesi, yahut “İşe Yaramaz Bir Sihirli Çubuk”

Ülkemizde her yeni teknoloji adeta coşkuyla karşılanır, günlük hayatımıza derhal nüfuz edip sür’atle kullanılmaya başlanır. Maalesef çağa intibakımızı hızlandıran bu yatkınlığımız, teknolojiye bu denli maruz kalışımız, bizleri bir türlü teknolojinin “tüketicisi” konumundan “üreticisi” konumuna getirememiştir.

Çok partili hayata geçildikten sonra ekonomik imkânlar genişledikçe, özellikle sağ iktidarlar yeni teknolojilerin halka sunulmasının siyasî anlamda nasıl bir “geri dönüş” sağladığını fark ettiler ve teknoloji kullanımı neredeyse bir amaç haline getirdiler. İnşaat mühendisi olan ve “Barajlar kralı” olarak anılan Demirel’in, makine mühendisi ve “ağır sanayi hamlesi savunucusu” Erbakan’ın, elektrik mühendisi ve “otoyollar kralı” Özal’ın meselelere mühendis perspektifiyle bakmalarının da bu süreçte etkisi gözardı edilemez. Tayyip Erdoğan’ın da portföyünde -bu açıdan bakıldığında- “duble yollar” ve “hızlı trenlerin” çoktan yerini aldığını görüyoruz. Bu günlerde ise bu portföye “tablet bilgisayarlar ve akıllı tahtaların da” ekleneceği bir süreci yaşamaya başladık.

Siyasi kadrolarımız ve bürokrasimiz bugün teknolojiye bir çeşit sihir yahut işleri kolaylaştıran sihirli bir sopa, teknoloji üreticilerine ise “büyücü” gözüyle bakmakta. Ulaştırma Bakanımız Binali Yıldırım’ın bir konuşmasında sarfettiği şu sözler bu bakışın manifestosu gibi:

“Bu bilişime fazla kafa yorarsan sıyırırsın. Kullanacaksın. Nimetlerinden kullanıp, yararlanıp işini göreceksin. Kafayı taktın mı o zaman işin kötü. Hikmetine fazla şey yapmamak lazım.”

Bu bakış, belki Bakan koltuğunu işgal eden, yaşı ilerlemiş bir politikacı için yanlış sayılmayabilir. Ancak teknolojiyi “kafa yormadan” kullanmak, asla ülkemizin bilişim siyaseti olamaz, olmamalıdır! Siyasetçilerimiz ve bürokrasimiz açısından teknoloji , ihtiyaç duyulduğunda -tabi devlet kesesinden- “parası neyse verilip alınan” ve kolay oy getiren bir meta olarak görülmektedir. Maalesef bugün cari olan yaklaşım budur ve bu yaklaşım bizi teknolojinin her sahasında özne olmaktan uzaklaştırıp nesne konumuzu pekiştirmektedir. Bu “sihirli çubuğun” teknik personele  talimatla “kullanılan” bir alet olduğu, bunun içinde de hem siyaset hem bürokrasinin üst düzeylerinde teknolojiden yeterince haberdar kadrolara gerek olmadığı düşüncesi, çağı okuyamama hatta ıskalama neticesi doğurabilecek kadar tehlikeli bir düşüncedir.

Son yirmi yılda neredeyse diğer tüm teknolojilerin önüne geçen bilişim teknolojileri uygulamalarında kamu sektörü, bu yanlış perspektifin bir neticesi olarak, sürekli başarısız olmaktadır. E-devlet projelerinin neredeyse tamamı başarısız projelerdir. Ama maalesef kamu idarecileri teknoloji konusunda “kafayı yormamayı” seçtiklerinden, başarıyı-başarısızlığı ölçme kabiliyetinden bile yoksundurlar. Biraz bu yüzden, biraz da işlerine gelmediğinden kamu bilişim projelerindeki derin başarısızlığın farkında değilmiş gibi görünmektedirler.

Ne gariptir ki, aynı bilgisizlik ve umursamazlık (belki de daha fazla oranda) muhalefet partilerinde de bulunduğundan, çok sayıda başarısız kamu bilişim projesinin, muhalefet eliyle gündeme gelmesi de söz konusu olamamaktadır.

Türkiye’nin gündemini bir süredir işgal eden, birçok çevreden olumlu olumsuz tepkiler alan Fatih Projesi de aslında hükumetin kaderini tayin edebilecek önemde, son derece kritik bir proje. Bu projenin büyüklüğü, hem olumlu hem olumsuz anlamda belirleyiciliğini ve riskleri arttırmakta. Projenin sahipleri, projenin getireceği faydalara kendilerini kesin olarak inandırmış, gelecekteki muhayyel başarıları ile adeta mest olmuş vaziyette olsalar da cevaplanmamış sorular bu “ütopyaya” gölgeler düşürüyor. Aslında Fatih projesi bütçesi ve uygulama sahası dikkate alındığında diğer “teknoloji” projelerinden ayrı bir yerde durmakta.

Bu yazıda yukarıda anlattığım bakış açısıyla görülmesi ve gösterilmesi çok zor olan sayısız problemler arasından sadece bir tanesine dikkat çekmek istiyorum.

fatih-projesi

Her şeyden önce şunu belirtmek istiyorum ki Fatih Proje’sinin “dünyada ilk” olması ise gururdan çok endişe katsayısının artmasına neden oluyor. Bir projenin “dünyada ilk” olmasıyla övünmek için projenin en azından bir kısmının başarıyla uygulanmasını beklemek gerekmez mi?

Fatih projesinde vaziyeti diğer projelerden farklılaştıran unsurlardan en önemlisi, projenin büyüklüğü ve tek bir noktada değil, tüm ülke sathında, uygulanacak olması. Yani bir noktada değil çok geniş bir coğrafyada, birkaç değil binlerce, hatta on binlerce kişiden oluşan ekiplere ihtiyaç bulunması.

Eğer bu bir baraj ya da hızlı tren projesi olsaydı iş nispeten kolay olacaktı. Olumlu bir senaryoda, “bir şeyler” yapmak ateşi ile yanan siyasetçi talimat verecek, kendini göstermek için “çırpınan” üst düzey bürokratlar ellerinden geldiğince iyi bir teknik şartname ile dürüst bir ihale yapıp işin erbabı bir mühendis ekibini bulup, “parası neyse” verip -ellerinin altında yapılan işi denetleyebilecek, muayene ve kabulünü doğru yapabilecek nitelikli personel bulunmadığından- işlerini doğru dürüst, hatasızca ve zamanında yapmaları için dua edeceklerdi.

Fakat Fatih Projesinde iş zorlaşıyor ve oldukça farklı bir noktaya gidiyor.

Düşünelim: ülke çapında 40.000 okula, 620.000 sınıfa akıllı tahta koyulacak, internet götürülecek, kablolu ve kablosuz ağ ve sunucu sitemler kurulacak. 12 milyon öğrenciye ise tablet PC dağıtılacak.

Bir internet kafe kurmakla bir dersliğe yukarıda belirtilen altyapıyı kurmak arasında çok az fark var. Altıyüzyirmibin dersliğe ağ döşenmesi, prizlerin, şarz istasyonlarının kurulması, yazıcıların ve kameraların (evet proje kapsamında her sınıfa bir kamera ve bir yazıcı kurulması da var) ve nihayet kablosuz ağın konfigure edilmesi için uzman personele ihtiyaç olduğu açık. Üstelik bu iş, bir defalık bir iş de değil. Evimizde, kablolu-kablosuz bir ağ bile olmadığı halde doğrudan internet bağlantısı ile sık sık sorun yaşayıp, profesyonel yardıma, desteğe ihtiyaç duyduğumuz gözönüne getirildiğinde, her okulda sürekli bir bakım-onarım ekibinin sürekli istihdamına ihtiyaç olduğu takdir edilecektir.

Bırakın her dersliği, her okula sadece bir uzman personel koysanız asgari kırkbin uzmanın (köy okulları da dahil olmak üzere ülkenin dört bir tarafında) proje süresince sürekli istihdam edilmesi gerekecektir. Bu uzmanlar nerededir? Mevcutlar mıdır? Hazırda beklemekteler midir?  Çin’den mi geleceklerdir? Köy şartlarında yaşamaya razı olacaklar mıdır? Ne süreyle ne şartlarda çalıştırılacaklardır? Bunlar ve benzeri sorular cevap beklemektedir.

Bakanlık sitesinden ulaşılan sunumda sanki proje son tabletin dağıtımıyla bitiyormuş gibi takvimlendirilmiş görünüyor. Kritik bakım sürecinin süresi ile ilgili bilgi verilmemiş. Yani tüm proje “süresi” belli bile değil!

Bu kırkbin kişinin işini öğretmenlerin yapabileceğini düşünenlere yanıldıklarını peşinen söylemek gerekir zira network konfigürasyonu, hele hele bakanlığın sitesinden her okulda kurulacağı ilan edilen “içerik filtreleme sistemi”, firewall, IPS, Anti Virüs yazılımları, VPN konfigürasyonu, yetkilendirme, erişim loglarının tutulması gibi işlemler, özel uzmanlık isteyen işlemler. Bu konularda yetişmemiş birisinin “hobi” yahut “angarya” olarak yapabileceği işler değiller.

İnternet bağlantısının kesilmesinin eğitim akışına etki etmeyeceği, offline olarak derslerin işlenmeye devam edeceği ileri sürülebilir. Fakat internet olmasa da, akıllı tahta ve tablet PC’lerin birbirleriyle iletişim kurabilmesi için kablosuz ağın doğru çalışıyor olması gerekmektedir. Kablosuz ağ teknolojileri hâlâ oldukça kırılgan ve sık sık arızalanmaya açık teknolojiler. Bu tür arızalarda atadan kalma yöntemlere dönmek mecburi olacaktır.

Tabi özellikle çok sayıda derslik bulunan büyük okullarda aynı anda birkaç derslikte sorun yaşanması halinde tek teknik personelin hepsine birden yetişemeyecek olması da düşünülmesi gereken bir konudur.

Bu yazıda Fatih Projesi’nin sadece alt yapı ve bakım meselesinin projelendirilmesindeki eksikliklere dikkat çekmeye çalıştım. Bu şekilde düşünmeden girişilmiş ve muhtemelen projeyi bir felakete sürükleyecek o kadar çok ayrıntı var ki sanıyorum sadece başlıklarını yazsam sayfalar doldurabilirdim.

Fatih Projesi, altyapısı hazır olmayan, iyi düşünülmemiş, projelendirilmemiş, planlanmamış bir bilişim projesidir. Ömer Dinçer, belki tarihe milli eğitim sistemini yeniden yapılandırarak ıslah eden, çağdaşlaştıran bakan olarak geçebilecekken, kucağında bulduğu bu ucube projeyle belki sadece kendisinin değil hükumetinin bile başarısızlığına doğru ilerlemektedir.