Kamuda Bilgi İşlem Felaketi – 6

Bilişim amelesi pazarı mı var?

Artık iyice pehlivan tefrikasına dönen yazı serimize devam ediyoruz.

Kamu kurumlarının yöneticilerine çok mühim bir bilgi vermek, bir ikazda bulunmak istiyorum. Hani bilişim projeleri şartnamelerinizin içine işi yapacak personelin niteliği ile ilgili maddeler yazıyorsunuz ya, onu yapmayın! Çünkü ya sahtekâr ya akılsız olduğunuzdan başka hiçbir anlam çıkmıyor o maddelerden!

Neden bahsettiğimizi göstermek için, kopyalana kopyalana artık jenerik hale gelmiş, örnek bir şartname maddesini ele alalım:

Yazılım Geliştirme Uzmanı İçin İstenen Nitelikler

  1. Üniversitelerin bilgisayar ya da elektronik mühendisliği bölümlerinden mezun olmak.
  2. En az 5 yıllık deneyim sahibi olmak.
  3. c#, vb.net veya Java programlama dillerini çok iyi derecede bilmek.
  4. Benzer projelerde uygulama geliştirmiş olmak.
  5. Web Servisleri konusunda deneyimli olmak.
  6. Nesneye Dayalı Programlama konusunda deneyimli olmak.

Bu maddelerde o kadar ciddi sıkıntılar var ki! İlk önce madde madde sıkıntılara işaret etmeye çalışalım:

  1. Neden personelin belli bölümlerden mezun olması şartını getiriyorsunuz? Ülkemizdeki yazılımcıların pek çoğu burada söylenenlerden başka bölümlerden mezun. Bir endüstri mühendisi yahut Fizik mezunu pekâlâ iyi bir programcı olabilir. Bir bilgisayar mühendisi de (birçok örnekte görüldüğü üzere) beklenen “niteliklere” sahip olmayabilir.
  2. Şartnamelere ölçülemeyecek şeyler yazmak ahmaklıktır. Deneyimi nasıl ölçebilirsiniz? Okuldan mezun olalı geçen süreye mi bakacaksınız? Ya adam o süre boyunca başka işlerle uğraşmışsa? Daha önce çalıştığı projelerden referanslar mı isteyeceksiniz? Türkiye şartlarında bunu istemek, temin etmek ve güvenilirliğine itimat etmek mümkün mü?
  3. Şartnamede yazılım dili, mimari altyapı ve teknoloji belirtmek yanlıştır. Burada belirtilen dilleri ayrı ayrı “çok iyi derecede” bilmek de pek mümkün değildir. Kaldı ki personelin yazılım dili bilgisinin “çok iyi derecede” olduğu nasıl belgelenecektir? Kurum sınav mı yapacaktır? Bu sınavı hazırlama ve sonuçları değerlendirme kabiliyeti yahut imkânı var mıdır?
  4. Bir kişi benzer bir projede içerikten bağımsız olarak çalışmış olabilir. Mesela siz elektronik belge yönetim sistemi ihalesi yapıyorsunuzdur ve bir programcı daha önce başka bir elektronik belge yönetim sistemi projesinde çalışmıştır ama sayfaların tasarımıyla, renkleriyle uğraşmıştır. Ya da veritabanı optimizasyonu yapmıştır. Benzer projede çalışmış olmanın alan bilgisi kapsamında her hangi bir avantajı garanti etmesi mümkün değildir.
  5. Web servisleri? Hangi tür web servisleri? Deneyimin ölçüsü nedir? Internetten bulunan web servisleri hakkında bir videoyu izlemiş olmak mı yoksa ülke çapında çalışan web servisleri yazmış olmak mı? Yoksa web servisi diye bir şeyin varlığından haberdar olmak mı?
  6. Eski şartnamelerden kopyalana kopyalana günümüze ulaşmış, artık anlamını yitirmiş bir klişe de “nesneye dayalı programlama” bilgisi şartı. Bugün geçerli olan hemen her bilgisayar dili nesneye dayalı zaten! Okullarda mutlaka nesneye dayalı programlama öğretiliyor.

Şimdi teknik bilgi eksikliği sebebiyle yapılan yanlışları bir kenara koyup bu tür maddeleri neden sahtekârlık-akılsızlık ekseninde ele aldığımızı izah edelim.

İlk önce işin sahtekârlık tarafını ele alalım. Böyle şartname maddelerini okuyan her firma yetkilisi bilir ki bu maddeler, işin zaten ihale edilmeden önce verilmiş olduğu firmanın personelini tanımlamaktadır. İhale sadece formalite gereği yapılmaktadır. Çünkü piyasada tam belirtilen nitelikte ve sayıda personeli bünyesinde sürekli istihdam edebilecek başka bir firma yoktur!

Bir firma sahibi olduğunuzu düşünün. Elinizde para kazandığınız bir iş olmasa bile, belki bir gün bir kamu kurumu ister diye belirtilen niteliklerde üç-beş personeli sürekli istihdam edebilir misiniz? Hiçbir iş yapmadan o personele maaş vermeye devam edebilir misiniz? Çok zenginsiniz ve müneccim becerilerinizle gelecekte istenecek niteliklerin neler olacağını önceden kestirip o niteliklerde boş oturan beş personel istihdam ettiniz diyelim. Peki, şartnamede o nitelikte beş değil de on personel istenirse ne yapacaksınız?

Kamu müfettişleri bilişim konuları ile, yazılım sektörü ile ilgili azıcık bilgi sahibi olsalar ve özgürce denetim yapabilseler, şartnamesinde bu tür maddeler yazılan her ihale mahkemelik olurdu.

İşin yabancısı olanlar “E canım ne var bunda, kamu kurumu işin iyi yapılabilmesi adına çalıştırılacak personel için standartlar belirlemesin mi? Bu yapılmazsa firmalar çok niteliksiz personelle kalitesiz iş çıkarmazlar mı?” diye düşünebilirler. Bu iyi niyetli kimselere ve onlar gibi düşünen, sahtekârlık kastı olmayan kamu yöneticilerine bu tür maddeleri şartnameye yazmanın neden akılsızlık göstergesi olduğunu izah etmeye çalışalım.

iscibulunur
Bilişim İşçisi Pazarı?

İngilizce’de “the grass is greener on the other side of the fence” diye bir atasözü vardır. “Çitin öte tarafında çimenler daha yeşildir” diye tercüme edilebilir. İnsanların sahip ya da hâkim olamadıkları yerlerle ilgili hakikatten kopuk fanteziler geliştirdiğini anlatır. Bizdeki “komşunun tavuğu komşuya kaz görünür” atasözüne benzer bir atasözüdür. Kamu çalışanları için özel sektör çitin öte tarafıdır. Kendileri ile aynı yemeği yiyen, aynı suyu içen, aynı üniversitelerde okuyan, aynı kitapçılara girip çıkan adamların sırf özel sektörde çalışıyorlar diye farklı olduklarına dair bir kanaat hâkimdir memurlarda. Bu iki taraflıdır. Klasik memur kafası için özel sektör bir yandan kamuyu soymaya çalışan kurnaz tilkiler grubu, bir yandan kamunun yapamadığını yapma konusunda harikalar yaratan süper kahramanlar topluluğudur. O yüzden bahsettiğimiz türden maddeleri yazan memurun (iyi niyetli olanlarının) özel sektör tasavvuru aşağı yukarı şöyledir: (Belki de devleti soymak suretiyle) firmalar o kadar zengin olmuşlardır ki, gerçekten bünyelerinde yüzlerce çalışan barındırabilirler. Eğer barındırmıyorlarsa da Ankara Ulus’taki meşhur amele pazarı misali bir “bilişimci pazarında” her daim boşta, istihdam edilmek üzere bekleyen üç senelik, beş senelik, on senelik yazılımcılar arasından seçip alıverirler! Şu bilgisayar dilinin uzmanları filan yerde, bu teknolojinin uzmanları falan köşede iş beklemektedir. Sadece gel demek yeterlidir!

Böyle saçma sapan bir dünya tasavvuruna akılsızlık denmez de ne denir?

Çitin öte tarafında çimler daha yeşil değil! Kamu için, “proje esaslı” çalışan firmalar projeleri sonlandığında derhal yeni bir projeye başlayamıyorlarsa birkaç ay dayanıp nihayet çalışanlarını işten çıkartırlar. O yüzden bilişim firmalarımızın çoğunun doğru dürüst kurumsal hafızaları, alt yapıları, çalışma usulleri, kodlama standartları, dokümantasyonları, çalışanları için kariyer planları yoktur! Bilgi, tecrübe birikimi olmaz. Bilgi ve tecrübe adına üretilen ne varsa çalışanlarla beraber yiter gider çünkü. Hemen her proje sıfırdan yapılır, taş üstüne taş konamaz. Her kamu projesi için adeta yeni bir firma kurulur ve her projenin sonunda da o firma dağılır. Başka sektörlerin hiçbirinde işe alıp çıkartmalar bu kadar hızlı ve yaygın değildir.

Kimseler kusura bakmasın ama bu şartlar altında ülkemizin 2023 hedefleri de, orta gelir tuzağından kurtulma üzerine yazılan yazılar da, “mutlaka yüksek teknoloji üretmek mecburiyetindeyiz” diye başlayan nutuklar da boş geliyor.

Twitter: https://twitter.com/salihcenap

Linkedin: https://www.linkedin.com/in/salihcenap

Sizce kaçıncı sınıf Hintli mühendisler Gebze’de çalışmaya razı olur?

Sayın Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanımızın “Bilişim Vadisi” konusunda verdiği röportajda sarf ettiği,

“Kişi başına düşen milli geliri 25 bin dolara, çıkarabilmemiz için kiloda hafif, pahada ağır teknolojik ürünler üretip, satabilmemiz gerekiyor. Bunun yolu da Ar-Ge’den, yani Bilişim Vadisi’nden geçiyor

sözünün son kısmını biraz sorgulamamız lazım.

“AR-GE” yani araştırma geliştirme faaliyetlerinin ancak bir bilişim vadisinin varlığıyla mümkün olduğu neticesine nasıl varılabilir? Hatta onu bırakın, Bilişim Vadisi projesinin gerçekten Ar-Ge ile bir alâkası var mı?

Sayın Bakan’ın anlattıklarından ve basına yansıyanlardan, Bilişim Vadisi’nin büyükçe bir “inşaat projesi” olduğunu çıkartıyoruz. Mesela şu satırlar Anadolu Ajans’ının haberinden:

Projenin 4 etaba ayrıldığını anlatan Işık, şu bilgileri verdi:

“Birinci etap, 1A ve 1B olarak ikiye ayrıldı. 1A bölgesinde, 70 bin metrekare alanın inşaatı için ihale aşamasına gelindi. Eylül ayı sonunda altyapı ve üstyapı projelerinin ihalesini, 2015 yılı sonunda da inşaatını tamamlamayı planlıyoruz. 1A denilen bölge içinde, 15 bin metrekarelik idari bina ve çok amaçlı Ar-Ge ofisleri bulunacak. Bilişim Vadisi içinde yaşayacakların bütün ihtiyaçlarına cevap verecek okul, kreş, hastane, ibadethane, konaklama, banka, spor merkezleri, kültürel tesisler gibi sosyal donatı alanları da olacak. Burası Ar-Ge çalışanları için aynı zamanda bir yaşam kompleksi olacak.”

Yazılım geliştirme konusunda herhangi bir fikri olmayanlar ister istemez şöyle düşüneceklerdir: Demek ki bugüne kadar yazılım konusunda gelişemememizin sebebi bina eksikliğiymiş! Şöyle geniş bir kampüs olunca, pırıl pırıl binalarla, ofislerle birlikte dünya çapında bir Ar-Ge merkezine dönüşmemek için mazeretimiz kalmamış oluyor!

Sektörün içinde olanlar ise şöyle sorular soracaklardır:

Neredeyse artık her şehrimizdeki üniversiteler bünyesinde teknokentler var. Bu merkezlerde yukarıda bahsedilen tüm imkânlar hâlihazırda sağlanıyor zaten. Hatta Bilişim Vadisi anlatılırken bahsi pek geçmeyen bir takım teşvikler, vergi indirimleri, sigorta destekleri şu an teknokentler bünyesinde çalışan firmalara veriliyor. Üniversite-sanayi işbirliğin teşvik edilmesi için programlar da, kuluçka merkezleri de hâlen mevcut. Bilişim Vadisi kapsamında vaat edilen yegâne farklılık, Samsung, Siemens, Oracle, IBM, HP gibi uluslararası bilişim firmalarının burada ofis açıp, üst düzey mühendislerini Türkiye’ye getirip, Ar-Ge çalışmalarını Türk mühendislerle yürüteceği iddiası. Ancak bu nasıl sağlanacak? Bu büyük firmalar insan kaynaklarını hangi motivasyonla Türkiye’de konumlandıracaklar? Zaten kurulu bir düzenleri varken neden gelip Türk mühendislerle Ar-Ge çalışmaları yapmak isteyecekler? Nihayet tüm bunlar gerçekleşse bile, bu firmaların “devşirdikleri” mühendislerimize ürettirip yine fahiş fiyatlarla bize satacağı yazılımlar ülkemize, ekonomimize ne gibi bir fayda sağlayacak?

Büyük, uluslararası yazılım üreticisi firmalar, yazılım geliştirme süreçlerinde çalıştırmak üzere dünyanın en iyi beyinlerini bulurlar ve çok cazip fırsatlar sunarak bünyelerinde çalıştırırlar. Bu cazip fırsatlar arasında bazen astronomik seviyelere çıkabilen maaşlar, detaylı ve sistematik kariyer planları, terfi ettikçe verilen hisse senetleri gibi imkânların yanı sıra Amerika ve Avrupa’nın popüler merkezlerinde, sektörün en parlak beyinleriyle birlikte çalışma şansı da vardır. Firmalar, insan sermayesinin hemen her şey demek olduğu bu sektörde parlak beyinleri kaybetmemek için adeta çalışanlarının nazlarıyla oynarlar. Bu şartlarda,  ülkesinden kalkıp Amerika’daki silikon vadisinde çalışmaya giden, mesela Çinli, Hindistanlı, Singapurlu yahut Macar bir gencin, neden Avrupa ve Amerika’daki popüler merkezler yerine Gebze’deki bilişim vadisinde çalışmak isteyebileceğinin bir cevabı yoktur!

Bu yapılan aynen şuna benziyor: Büyük, modern bir stadyum ve güzel spor tesisleri inşa ediyorsunuz. Sırf birkaç bina yaptınız diye Barcelona, Arsenal, Milan gibi takımların kendi ülkelerini bırakarak Ronaldo, Messi gibi yıldız futbolcularını da alıp ülkenize gelmesini beklemeye koyuluyorsunuz. Yahut Barcelona futbol takımının yıldız oyuncularını yetiştiren antrenörlerinin sırf süslü birkaç tesis yapıldı diye düzenlerini bozup Türkiye’de futbolcu yetiştireceklerine inanıyorsunuz! Buna ileri derecede safdillik denmez de ne denir?

Açıkça bellidir ki elde edeceğiniz en iyi şey, büyük futbol takımlarının sizin “süper tesislerinizde” bir dükkan açıp, lisanslı formalarını, anahtarlıklarını, flamalarını vs. satmasıdır. Bu kulüplerden ülke adına beklenebilecek en büyük fayda, mağazalarında tezgahtar, mağaza müdürü, güvenlik elemanı gibi kadrolarda Türkleri çalıştırıp yaratacakları üç-beş kişilik istihdam(!) olabilir.

Aynı şekilde, Bilişim Vadisinde yer alacak uluslararası firmaların da çalıştıracakları “mühendislerimiz” Ar-Ge falan yapmak şöyle dursun, ancak o firmaların ürünlerini fahiş fiyatlarla ülkemiz kurumlarına satmaya çalışan satış-pazarlama elemanları olarak iş bulabileceklerdir.

Yıldız yazılımcıların ülkemize gelmesi konusunda, zihin açıcı olacağını düşündüğüm bir hatıramı nakletmek istiyorum.

Zannederim 2001 senesiydi. Bahsettiğimiz türden dev bir uluslararası firma olan Accenture‘ın Almanya kolunda, büyükçe bir yazılım projesinde çalışıyordum. Proje merkezi, Almanya’nın “Biergarten” denilen kır lokantalarıyla meşhur Münih kentindeydi. Projede benimle beraber Çinli, Hintli ve tabi Alman mühendisler görev alıyorlardı. Proje sonlandığında ekip olarak bir veda yemeği için o meşhur Biergartenlerden birisinde toplandık. İlerleyen saatlerde iş disiplinleriyle maruf Almanlardan birisi alkolün de tesiriyle gevşeyip abuk sabuk konuşmaya başladı. Yanımdaki Hintli arkadaşa biraz ırkçılık kokan, küçümser, aşağılar bir tonla, “Sen ülkemizden gitmemek için her şeyi yaparsın değil mi? Almanya’da çalışmak bir Hintli için lütuf sayılır!” deyiverdi. Hintli arkadaşım oldukça zeki bir delikanlıydı. İstifini bozmadan cevabı yapıştırdı:

“Dediğin doğru! Buradan gitmek istemem ama şu sebepten: Hindistan’da bir koltuğa talip binlerce üst düzeyde mühendis vardır. Bunların arasından yalnızca en iyi olanlar Hindistan’da kalabilir. İkinci sınıf mühendislerimiz Amerika’ya giderler. Orada iş bulamayanlar ise Avrupa’da iş ararlar. Yani biz Hindistan’da ve Amerika’da çalışacak kadar iyi olmadığımız için buradayız. O yüzden düşük niteliklerimize rağmen kolayca iş bulduğumuz bu ülkeden gitmeyi tabi ki istemeyiz!”

Şimdi bu hikâyeye göre, sizce kaçıncı sınıf Hintli mühendisler Gebze’de çalışmaya razı olur?

Twitter: @salihcenap