path

Yolu bilmekle yolda yürümek arasında bir fark vardır.
Matrix

Çoğu insan, tutarlı inançlara, tutum ve davranışlara sahip olduğu konusunda şüphe duymaz. Bildiği “doğruları” hayatının her kademesinde yaşadığını düşünür. Peki, gerçek öyle midir?

Hiç sanmıyorum.

Eğer insanların inandıkları ile yaptıkları arasında bir uyum varsa bile bu uyum, tutumlarıyla zihinlerinin derinlerinde gizli, ikinci bir inanç sistemi arasında olsa gerekir. Çifte muhasebe kaydı tutan tüccarlar gibi, bir kamuya sunulan bir de “gerçek hesapların” yer aldığı iki farklı inanç sisteminden bahsediyorum.

Sahip olduğumuz bilgi ve inançları tutum ve davranışlara dönüştüremediğimizde, rasyonelleştirme mekanizmalarımızı devreye sokarız. Bildiklerimiz ve inandıklarımız hilafına yaptıklarımız ve bildiklerimize ve inandıklarımıza göre yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımız için hep müthiş mazeretlerimiz vardır.

Misaller verelim:

Yardımlaşmaya, iyiliğe, paylaşmaya yürekten inanırız ama o avuç açan fakire sırtımızı dönmemizin sebebi onun aslında bizi aldatmaya çalışmasıdır.

Futbolda şikeye asla tahammül edemediğimiz cümle âlemin malumudur ama 91. Dakikada bizim takımın lehine uydurulan penaltı için hemen şike diyemeyiz. Pozisyon tartışmaya açıktır.

İnsan haklarına, inanç hürriyetine bizden daha saygılı bir insan daha yoktur ama inancı gereği başını örten genç kızların üniversiteye alınmamasına senelerce ses çıkartmayız. Neticede her yerin bir kuralı vardır değil mi?

Yarın mahşer günü, hesap vereceğimiz hususunda şüphemiz yoktur ama o rüşvetle aldığımız ihalenin hesabı adeta hiç sorulmayacak gibidir. Hem bizim “güçlü” olmamız önemli değil midir?

Basın hürriyeti bizim için demokrasinin olmazsa olmazıdır ama şu muhalifler de biraz çok olmakta, sağlanan geniş hürriyet ortamını istismar etmektedirler.

Diktatörlük, totaliter yönetimler insanlığın başının belasıdır ama bizim sevgili liderimizin, yaptıklarını yapmak için ne kadar haklı gerekçeleri vardır!

Devlet imkânlarını, kamu malını şahsi ihtiyaçlarımız için kullanmak çok çirkin bir şeydir, kul hakkına girmektir ama makam arabamızın hanımı alıp gezdirivermesinde de abartılacak bir taraf yoktur yani!

Yalan söylemek büyük günahtır ama parkta otururken bizi arayan münasebetsize “trafikteyim, araba sürüyorum, ben seni arayayım” deyivermekten de bir şey çıkmaz değil mi?

Bir kuyruğa kaynak yaparken, sınavda kopya çekerken, trafikte kırmızı ışığı ihlal ederken, bizi arayan annemize “arkadaşımdayım ders çalışıyorum” diye yalan söylerken, randevumuza yirmi dakika geç giderken, akrabamızı el altından hak etmediği bir pozisyona yerleştirirken, kendi ağzımıza sürmeyeceğimiz ürünleri gönül rahatlığıyla başka insanlara satarken hep bir mazeretimiz vardır.

Meşhur lafı burada tekrar etmekte fayda var: “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.

Ürettiğimiz mazeretler, zihnimizde yavaş yavaş teşekkül eden paralel inanç sistemimizin yapı taşlarıdır aslında.

Bildiğimiz, inandığımız şekilde hareket etmek yerine inançlarımızı hareketlerimize göre gözden geçirmeyi seçeriz.

Hâlbuki insana, doğru bildiği, inandığı istikamette adım atmak kadar tatmin hissi veren pek az şey vardır.

Buradan yobazca bir inanışın, bir “kesin inançlılığın” avukatlığını yaptığım çıkartılmasın.

İnançlar elbette mütemadiyen sorgulanmalı, gerektikçe tadil edilmelidirler.

Ama bu samimi hakikat arayışı başka bir şeydir, bulunduğu her kabın şeklini almak başka.

Yolu bilip yolda yürümemek, imtihan sorularının cevabını bilip imtihan kâğıdına yazmamaya benzer.

Ne kadar bilirseniz bilin, böyle yaparsanız alacağınız not “sıfır” olacaktır.

Twitter:@salihcenap

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.